Günümüzde tarım sektörü dünyanın en önemli odak alanlarının başına yerleşti. Pandemi süreciyle birlikte, hayatın her alanında üretim alanlarının mecburen terk edilmeye başlandığı bir dönem yaşadık. Evlerimize kapanmak zorunda olduğumuz bu dönemde, üretime devam eden nadir bir alan ise tarım sektörü oldu. Tedarik zinciri süreçlerinin de sekteye uğradığı bu dönemde, gıda milliyetçiliği kavramı önümüze çıktı. İhracat ve ithalatın daralırken, ülkeler ürettiği ürünleri kendi vatandaşlarına saklama eğilimi gösterdi.
Akabinde ise, Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte sağlıklı gıdaya erişim sorunu daha da keskinleşti. Halen devam eden savaşın ortaya çıkardığı sorunların başında gıda tedariği olduğunu görüyoruz. Rusya’nın uğradığı bütün yaptırımlara rağmen, söz konusu tarım-gıda olunca istisnai olarak diplomasi kanallarının açık olduğunu görebiliyoruz.
Bireyler perspektifinden baktığımız zaman ise, bu tıkanıklık ve sorunlu sürecin getirdiği gerçeklikle birlikte yatırım isteği arttı. Türkiye ölçeğinde bakıldığında, tarım-gıda sektörüne olan ilgi pandemi dönemiyle birlikte yükselme trendi gösterdi. Yatırım isteklerinin odağında ağırlıklı olarak, bitkisel üretim alanları olmakla birlikte, yatırım maliyetleri süreçlerin tıklamasına sebebiyet veriyor. Peki bu genel eğilime karşın Türkiye’de tarım sektörüne yönelik en güncel keşif alanları neler?
Ürün Yönetimi İçin Nitelikli İnsan Kaynağı
Türkiye tarım-gıda sektörünün, ürün yönetimi konusunda ciddi sorunları var. Üretilen ürünlerin katma değeri olmadığı gibi, bir marka değeri de söz konusu değil. Coğrafi işaret tesciline sahip olan, tarım-gıda ürünlerinin kalite standartları takip edilemiyor. Farklı markaların ‘Ezine Peyniri’ ismiyle sattığı ürünler olmasına karşın, bunun coğrafi işaretli bir ürün olduğunu gösteren bir sembol maalesef yok. Yasal mevzuat gereği, coğrafi işaretli ürünlerde ilgili sembollerin kullanılması şart iken bu semboller birçok üründe kullanılmıyor.
Coğrafi işaretli ürünlerde marka değerini korumanın yolu iyi tasarlanmış bir sistemden geçiyor. Türkiye’de, coğrafi işaret tescili konusunda bir seferberlik başlatıldığını söylemek yanlış olmaz. TOBB’un öncülüğünde birçok ticaret odası ve borsanın kendi bölgelerinin ürünlerine tescil aldığını görüyoruz. Fakat, alınan tescil sonrası o marka değerini korumak adına geliştirici bir adım atılmıyor.
Marka değerini korumak, başarılı bir pazarlamanın ön koşulu. Buna bir örnek verilmesi gerekirse Türkiye’de üretilen coğrafi işaretli bir peynir, dünyanın farklı yerlerinde tüketici tarafından talep edilmiyor. Fakat, biz Türkiye’de farklı ülkelerin coğrafi işaretli ürünlerini talep ediyor ve tüketiyoruz.
Başarılı bir marka değeri yaratabilmek için atılacak ilk adım iyi kurgulanmış bir sistem, insan kaynağı ve bilgi temelli üretimden geçiyor. İlgili bakanlık ve sektör aktörlerinin ortak kuracağı bir mekanizma ile kalite yönetimi ve belgelendirme süreçlerini düzenlememiz gerekiyor.
İyi kurgulanmış bir gıda üretim sisteminin aktörleri olması gereken Ziraat ve Gıda mühendislerinin, sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli bilgiye sahip olmadıklarını söylemekte beis yok. Akademik eğitimleri süreçlerinde aldıkları bilgilerin çoğunluğu maalesef teorik düzlemde kalıyor. YÖK Atlas’a baktığımız zaman, 32 üniversitede ziraat fakültesi olduğunu görebiliyoruz. Mühendislik fakülteleri altında kurulan ‘gıda mühendisliği’ bölümleri ise sadece 52 üniversitede var.
Bu fakülte veya bölümlerin bu kadar çok olması doğru değil. İlgili üniversiteler, öğrencilerine uygulama temelli eğitim verebiliyor mu? Devlet üniversitelerinde bulunan, ziraat fakülteleri ve gıda mühendisliği bölümlerinin bütçelerinin uygulama temelli eğitimler için yeterli olduğu söylenemez. Bu ve bunun gibi eğitim sistemine ilişkin tespitler göz önünde bulundurulduğunda ziraat fakültesi ve gıda mühendisliği bölümlerinin, sayısının azaltılması ve kapasitelerinin geliştirilmesi bir çözüm yolu. Takiben ilgili bölümlerde, ürün yönetimi odağında içeriklerin müfredatlara eklenmesi gerekiyor. Ürün yönetimi süreçlerinin takibi için, sektörün insan kaynağının bu konuda eğitilmesi ve bilgi seviyesinin ileriye taşınması da oldukça kritik.
Üretim ve İhracat Boyutu
Tarımsal üretimde, en temel sorunların başında verimlilik ve bilgi eksikliği geliyor. Tarım sektörünün üretiminde, birim alanda elde edilen verimlilik dünyanın farklı ülkelerine göre oldukça düşük. Bununda sebebi, üretimin bilgi temelli olarak yapılmamasından kaynaklanıyor. Çiftçilerimizin çoğunluğu, halen geçmişten gelen bilgiyi doğru olarak kabul ediyor.
İşin bir diğer boyutu ise, tarımsal danışmanlık hizmetlerinin oldukça maliyetli olması Tarımsal danışmanlıkta, hizmet bedeli üretim alanının büyüklüğüne göre belirleniyor. Diğer tarafta, tarımsal üretim süreçlerindeki diğer girdilerin yüksek olması sebebiyle tarımsal danışmanlığa erişim üreticinin önceliklendirmediği bir hizmet olarak kalıyor.
Sonuç olarak, tarımsal danışmanlığa erişmekte zorluk çeken çiftçinin çözüm noktası Zirai İlaç Bayii’leri oluyordu. Anadolu’nun farklı bölgelerinde bulunan, Zirai Bayii’lerden alışveriş yapan çiftçi aynı zamanda bilgi ihtiyacını da karşılıyordu. Zirai bayii’leri işleten ziraat mühendisleri, çiftçiye nasıl gübreleme ve ilaçlama yapacağını anlatıyordu.
2020 yılında alınan bir karar ile zirai ilaç bayii açma hakkı orman mühendislerine de verildi. Doğru bir adım olmayan bu kararla ilgili olarak, ekosistem genelinden bakanlığa tepki oluşmasına rağmen geri adım atılmadı. Alınan bu kararın nihai senaryosunda çiftçi, Zirai Bayii’den aldığı yanlış bilgi ile gübreleme ve ilaçlama yapacak.
Oysa doğru gübreleme, ilaçlama ve modern sulama olmadığı zaman ise hem birim alanda elde edilen verimlilik düşüyor hemde ürünlerin kalitesi düşüyor. Bu da özellikle, ihracat süreçlerinde pestisit(ilaç kalıntısı) sebebiyle ürünlerin gümrükte takılmasına sebep oluyor.
İhracat boyutuna bakıldığında, tarımsal üretim sonucunda elde ettiğimiz ürünlerin marka değerinden söz edemeyiz. Marka değerinin olmaması sebebiyle, yapılan ihracatın da katma değerli olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Geride bıraktığımız aylarda, AB nezdinde coğrafi işaret tescili alan “Giresun Tombul Fındığı” ürününe bakalım. Türkiye’nin fındık üretimi, 2020 yılı verilerine göre ortalama 610 bin ton(%62), diğer ülkelerin üretimi ise 375 bin tondur(%38). Fakat, birim alanda elde edilen verimlilik boyutunda ise ABD ve Gürcistan gibi diğer üretici ülkelere göre düşük sonuçlar elde ediyoruz. Türkiye’nin fındık üretiminde birim alan verilimliği 84 Kg’dır. Bu bilgiler bize gösteriyor ki, Türkiye’nin fındık üretiminde lider konumda olmasının sebebi, üretim alanının genişliğinden geliyor. Yoksa, diğer üretici ülkeler ile karşılaştırıldığı zaman birim alanda elde edilen verimlilik düşük konumda.
Peki, Türk fındığının hiç mi marka değeri yok? Türk fındığının en büyük alıcısı konumunda olan şirket, İtalyan Ferrero’dir. Bu şirketin Türkiye’den aldığı fındık ile, ürettiği ‘Nutella’ markası ile dünyanın her yerine ihracat gerçekleştiriyor. Nutella markasının ekonomik değeri ile, Türk fındığının ekonomik değeri arasında uçurum var.
Nutella’yı var eden ve değer katan bizim ürettiğimiz fındık değil. Bu sebeple, Ferrero şirketi uzun bir süredir alternatif üretim alanı arayışlarını da sürdürmektedir. Bunun sebebi ise, iklim değişikliği ve Türkiye’de üretim yaptırmanın maliyetinin her geçen gün artmasıdır.
Sonuç itibariyle, katma değerli olmayan üretim ile ancak hammadde ihracatçısı olarak kalabiliriz. Hammadde ihracatçısı olmak kazandırmadığı gibi, ithalatçı ülke ve şirketler için daima alternatif pazarların aranması sonucunu beraberinde getiriyor.
Ne Yapmamız Gerekiyor?
- Bilgiyi temeline alan bir tarımsal üretim gerçekleştirmemiz gerekiyor.
- Sektörün insan kaynağının niteliğini artırmamız gerekiyor. Özellikle, ziraat ve gıda mühendisliği eğitim müfredatlarına ürün yönetiminin eklenmesi faydalı olacaktır.
- Çiftçinin modern üretim yöntemlerine geçiş konusunda teşvik edilmesi gerekiyor.
- Türkiye’yi tarımsal üretimde, bir hammadde ihracatçısı konumundan çıkarmamız gerekiyor. Bunun için ise marka değeri oluşturup, bunu katma değerli bir şekilde satabilmemiz oldukça önemli.
- Yasal mevzuatlar hazırlanırken, sektör aktörleri mutlak şekilde dinlenilmesi gerekiyor. Sektör dinlenmeden yol alındığı zaman ise, çiftçiye ve tarımsal üretime zarar veren zirai bayii kararı gibi yanlış sonuçlar ortaya çıkıyor.
Karşımızdaki fotoğrafa geniş açıdan bakınca, yapısal sorunları oldukça fazla bir sektör görüyoruz. Türkiye’nin tarım-gıda sektörü, bütün yapısal sorunlara rağmen büyük bir potansiyele sahip. Bu potansiyeli kullanmak için, doğru adımları atmamız yeterli olacaktır.
Yusuf Kurt
yusuf.kurt@kibeleprojekt.com
Yasal Uyarı
Bu makalede dayalı herhangi bir işlem yapılması tarafımızdan öngörülen bir husus değildir. Bu makalede yer alan görüşler sadece yazarın güncel görüşleridir. Makalede yer alan görüşlerin bir kısmı veya tamamı Kibele Projekt’in kurumsal görüşlerini yansıtmayabilir.